KATMA DEĞER VERGİSİ

İDARENİN YANLIŞ GÖRÜŞ İÇEREN ÖZELGESİ VERGİ TARHİYATINA DA ENGEL MİDİR? KONUYA İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ KARARI ÜZERİNE BİR ANALİZ

Dr. Hasan AYKIN

PDF Formatı

 I- GİRİŞ

Kamu gücünün işlem, eylem ya da ihmali nedeniyle temel hak ve özgürlükleri ihlal edilen bireylerin diğer başvuru yollarını tükettikten sonra başvurdukları istisnai ve ikincil nitelikte bir hak arama yolu olarak tanımlanan[1] bireysel başvuru, 1982 Anayasasında değişiklik yapılmasına ilişkin 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylaması ile birlikte hukuk sistemimize dahil olmuştur.

Vergileme alanında, özellikle adil yargılama ve mülkiyet hakkının ihlali iddiaları ile bireysel başvuru yolu kullanılmaktadır. Bireysel başvuru müessesesinin kısa bir geçmişi bulunması ve vergilemeye ilişkin başvuruların nispeten azlığı nedeniyle, bu alanda sınırlı sayıda karar söz konusudur. Bu kararlardan sonuncusu 17.06.2016 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan, Anayasa Mahkemesinin 20.04.2016 tarih ve 2013/6842 Başvuru Numaralı Kararıdır.

Söz konusu Karar, 2004 ve 2005 yıllarında satışı gerçekleştirilen plastik kırıkları, çapak, granül gibi hurda ve atıkların katma değer vergisinden (KDV) istisna olduğu yönünde Defterdarlık tarafından görüş (özelge) verildiği halde, daha sonra resen yapılan tarh işlemleri sonucu vergi ödenmesi ve aynı konuya ilişkin davalarda farklı kararlar verilmesi nedeniyle hak ihlalinin bulunduğu iddiasına ilişkindir. Anayasa Mahkemesi, olayda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır. Kararda, başvurucunun mülkiyet haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılanmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın, mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarını giderecek şekilde yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Vergi Mahkemesine gönderilmesi gerektiği belirtilmiştir.

Karar, vergisel yükümlülüklerin “belirliliği”, “anlaşılabilirliği” ve “öngörülebilirliği” ilkeleri ile “vergi mükelleflerinin hukuki güvenliği” konusunda tespitlere yer vermesi bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Ancak bu çalışmada kararın, idarenin özelge yoluyla mükellefe yanlış izahat vermesi durumu ile ilgili boyutu üzerinde durulmaktadır. Söz konusu karar, mükellefe özelge ile yanlış izahat verilmesi durumunda, Vergi Usul Kanununun 369 uncu maddesi ile teminat altına alınan, yanlış izahat içeren özelgeye uygun olarak yapılan işlem nedeniyle ceza kesilmeyeceği ve gecikme faizi hesaplanmayacağı güvencelerinin yanında, vergi tarhiyatı da yapılamaması gerektiği şeklinde yorumlanabilecek mahiyette midir? Yoksa bireysel başvuruya konu olayın kendine has özellikleri mi söz konusudur? Çalışmada bu sorulara cevap aranmak amacıyla söz konusu karar analiz edilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararının analizinde okuyucuya yardımcı olmak amacıyla önce özelge müessesi ile yanılma konusunda özet bilgi sunulmaktadır.[2]

II- GENEL HATLARI İLE ÖZELGE MÜESSESESİ VE YANILMA

Özelge, mükellefin izahat talep etme hakkının idarece karşılanma yöntemlerinden birisidir. Diğer yöntem ise sirkülerdir.

Mükelleflerin izahat talep hakkı ilk kez, vergilendirmeye ilişkin usul hükümlerinin önemli bir bölümünü tek bir kanunda toplayan ve büyük oranda Alman Vergi Usul Kanunundan tercüme mahiyeti arz eden, 5432 sayılı Vergi Usul Kanununun[3] 390 ıncı maddesinde düzenlenmiştir.

5432 sayılı Vergi Usul Kanununu yürürlükten kaldıran 213 sayılı Vergi Usul Kanunu ile mükellefin izahat talep hakkı bazı kelime düzeltmeleri ve cezanın kesilmeyeceği hükmüne doğrudan maddede yer verilmesi şeklindeki değişiklik dışında aynen korunmuştur.

213 sayılı Vergi Usul Kanununun “Mükelleflerin izahat talebi” başlıklı 413 üncü maddesi, 2003 ve 2010 yıllarında olmak üzere iki defa değiştirilmiştir. İlk değişiklik 4962 sayılı Kanunun 17/A-b maddesiyle, anılan maddenin ikinci fıkrasında yer alan “en kısa zamanda” ibaresi yerine “yazı ile veya sirkülerle” ibaresi konulmak suretiyle yapılmıştır. Değişiklik ile mükellefin izahat talebinin özelge ile karşılanmasının yanı sıra, idarenin sirküler yoluyla çok sayıda mükellefi ilgilendiren konularda izahatta bulunabilmesinin yolu açılmıştır.

Mükellefin izahat talep etme hakkına ilişkin daha kapsamlı değişiklik 23.07.2010 tarih ve 6009 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun[4] 15 inci maddesiyle yapılmıştır. Değişiklik sonrası VUK’un tamamen değiştirilen 413 üncü maddesinin tam metni aşağıdaki gibidir:

“Mükelleflerin izahat talebi:

Madde 413 –

Mükellefler, Gelir İdaresi Başkanlığından veya bu hususta yetkili kıldığı makamlardan, vergi durumları ve vergi uygulaması bakımından müphem ve tereddüdü mucip gördükleri hususlar hakkında yazı ile izahat isteyebilir.

Gelir İdaresi Başkanlığı, kendisinden istenecek izahatı özelge ile cevaplandırabileceği gibi, aynı durumda olan tüm mükellefler bakımından uygulamaya yön vermek ve açıklık getirmek üzere sirküler de yayımlayabilir.

Sirküler ve özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığı bünyesinde, Gelir İdaresi Başkanı veya tevkil edeceği bir başkan yardımcısının başkanlığında en az üç daire başkanından müteşekkil bir komisyon marifetiyle oluşturulur.

Söz konusu komisyonda oluşturulmuş sirküler veya özelgeler ile konu, kapsam ve ilgili olduğu mevzuat bakımından tamamen aynı mahiyeti taşıyan bir hususta izahat talebinde bulunulması halinde, komisyon tarafından oluşturulan sirküler veya özelgelere uygun olmak şartıyla Gelir İdaresi Başkanlığı taşra teşkilatı tarafından da özelgeler verilebilir.

Sirküler ve vergi mahremiyetine ilişkin hükümler gözönünde bulundurulmak şartıyla özelgeler, Gelir İdaresi Başkanlığınca internet ortamında yayımlanır.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Maliye Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.”

6009 sayılı Kanunla yapılan ve yukarıda yer verilen değişiklik sonrasında mükellefin izahat talep etme hakkının esası korunmuş; izahatın karşılanma yöntemi konusunda önemli belirlemeler yapılmıştır. Aynı konuda farklı özelge verilmesi gibi olumsuz uygulamaların önüne geçmek amacıyla, özelgelerin oluşturulmasında Gelir İdaresi Başkanlığı (GİB) bünyesinde bir komisyon kurulması ve özelgelerin internet ortamında yayımlanması gibi yenilikler getirilmiştir. “Özelge” ibaresi ilk kez kanunda yer almıştır. İzahat taleplerini karşılama yetkisi Maliye Bakanlığı yerine Gelir İdaresi Başkanlığına tanınmıştır. GİB, mükelleflerin izahat taleplerini özelge vermek suretiyle karşılayabileceği gibi, tüm mükellefler açısından uygulamaya yön vermek amacıyla sirküler yayımlamak suretiyle de karşılayabilecektir.

413 üncü maddenin ilk halinin son fırkasında yer alan, “Alacakları cevaplara göre hareket eden mükelleflerin bu hareketleri cezayı istilzam etse dahi ceza kesilmez.” hükmüne maddenin 6009 sayılı Kanunla değişik halinde yer verilmemiştir. Söz konusu düzenleme, “Yanılma” halini düzenleyen 369 uncu maddeye derç edilmiştir. Böylece idarenin yazılı olarak verdiği yanlış izahat nedeniyle, yanlış izahat verilen mükellefe izahata konu ilgili işlem nedeniyle sadece ceza kesilmemesi değil, gecikme faizi hesaplanmaması uygulaması benimsenmiştir. Bu suretle, mükellefin izahat talep hakkının mükellefe sağladığı korumanın kapsamı genişletilmiştir.  İdareye güvenerek işlem yapan mükellefin hem cezadan hem de gecikme faizinden bağışıklığı söz konusu olmuştur.

Özelge müessesinin tamamlayıcısı olan VUK 369 uncu maddesinin son hali ise aşağıdaki gibidir:

“Yanılma ve görüş değişikliği:

Madde 369 – Yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları veya bir hükmün uygulanma tarzına ilişkin bir içtihadın değişmiş olması halinde vergi cezası kesilmez ve gecikme faizi hesaplanmaz.

Bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerde değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate ilişkin genel tebliğ veya sirküler yayımlandığı tarihten itibaren geçerli olup, geriye dönük olarak uygulanamaz. Şu kadar ki, bu hüküm yargı mercileri tarafından iptal edilen genel tebliğ ve sirküler hakkında uygulanmaz.”

Yukarıdaki düzenleme ile idarenin özelge ile yanlış izahat vermesi nedeniyle ceza uygulanmaması yanında gecikme faizinin de aranmaması gibi mükellef hakları açısından önemli bir adım atılmıştır. Ancak mükellef hakları açısından getirilen yenilik bununla sınırlı değildir. İdarenin genel tebliğ veya sirkülerde değişiklik yapmak suretiyle bir hükmün uygulanma tarzı konusundaki görüş ve kanaatini değiştirmesi durumunda bunun yayımlandığı tarihten geçerli olup geriye dönük uygulanmaması düzenlemesi hukuk güvenliği açısından ziyadesiyle önem taşımaktadır. Söz konusu düzenleme öncesi, idare bir hükmün uygulanması ile ilgili genel tebliğ ile görüşünü belirtmekte, mükellefler de bu görüşe uygun hareket etmekte idi. Ancak idare söz konusu yasa hükmü ile ilgili bir değişiklik olmamasına rağmen, hükmün uygulanma tarzındaki görüşünü değiştirebilmekte ve bunu genel tebliğe konu edebilmekte idi. Mükellef aleyhine sonuç doğuracak nitelikli görüş değişikliği durumunda mükellefler geçmişte idarenin genel tebliğdeki görüşüne uygun hareket etmiş olsalar bile tarhiyata muhatap olabilmekte idiler. Yeni düzenleme ile mükelleflere hukuki güvence ve öngörülebilirlik sağlanmıştır. İdare genel tebliğ veya sirküler ile görüşünü değiştirdiği takdirde oluşan yeni görüş nedeniyle geçmişe yönelik tarhiyat yapılması riski ortadan kaldırılmıştır. Vergilemede belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine uygun bir düzenleme yapılmıştır. Söz konusu düzenleme aşağıda inceleme konusu yapılan Anayasa Mahkemesi kararının ulaştığı sonuçla örtüşmesi açısından önem taşıdığından özellikle vurgulanmıştır.

III- ANAYASA MAHKEMESİ KARARI VE DEĞERLENDİRMESİ

A- BAŞVURUNUN KONUSU

Anayasa Mahkemesine yapılan ve çalışmanın konusunu oluşturan bireysel başvuru, 2004 ve 2005 yıllarında satışı gerçekleştirilen plastik kırıkları, çapak, granül gibi hurda ve atıkların katma değer vergisinden istisna olduğu yönünde Defterdarlık tarafından ilgili mükellefe yazılı görüş (özelge) verildiği halde daha sonra resen yapılan tarh işlemleri sonucu vergi ödenmesi ve aynı konuya ilişkin davalarda farklı kararlar verilmesi nedeniyle hak ihlalinin bulunduğu iddiasına ilişkindir.

B- BAŞVURU KONUSU OLAYIN ÖZETİ

Mükellef, Defterdarlık Vasıtalı Vergiler Gelir Müdürlüğüne müracaat ederek hurda plastikten granül imalatı ile uğraştığını, hurdadan imal ettiği granüllerin plastik hurda gibi KDV istisnası kapsamında olup olmadığını sormuştur. Defterdarlık tarafından 05.07.2002 tarihli ve 24806 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 86 Seri No’lu KDV Genel Tebliğinde yer alan hurda tanımına ilişkin belirlemeler de dikkate alınarak,  özelgeye konu işlemin istisna kapsamında olduğu yönünde görüş verilmiştir. Mükellef özelgeye uygun şekilde işlem yapmış, satışlarını katma değer vergisiz olarak gerçekleştirmiştir.

Mükellef, 2005 yılında tekrar idareye başvurmuş ve başka defterdarlıklardan aynı konuda alınan özelgelerde granül haline getirilmiş plastik teslimlerinin KDV istisnasından yararlanamayacağı yönünde görüş bildirildiğini, bu görüşün kendilerine daha önce verilen görüşle arasında farklar bulunduğunu, plastik granül ve plastik kırığının istisna kapsamında olup olmadığını sormuştur. İdare bu kez, plastik kırıklarının hurda ve atık niteliğini kaybetmediğinden istisnaya tabi olduğu, ancak plastik granülün işlemden geçmesi nedeniyle hurda ve atık niteliğini kaybettiğini, bu nedenle istisna kapsamında olmadığı yönünde bir önceki görüşünü kısmen değiştirir nitelikte özelge vermiştir. Mükellef bunun üzerine yeni özelgeye uygun şekilde granül teslimlerinde KDV uygulamış, diğer hurda teslimlerini ise istisna kapsamında işleme tabi tutmuştur.

Ancak konunun vergi dairesi tarafından Gelir İdaresi Başkanlığına intikal ettirilmesi sonrasında, 31.12.2005 tarih ve 26040 sayılı (4. Mük.) Resmi Gazede’de yayımlanan 97 Seri No’lu KDV Genel Tebliği ile “…plastik hurda ve atıklarının çeşitli işlemlerden geçirilip işlenmesi sonucunda elde edilen ve genellikle plastik esaslı malzeme imalatında hammadde olarak kullanılan pet kırıkları, plastik çapak, plastik granül ve benzeri ürünler, hurda ve atık niteliğini kaybederek imalat sektöründe hammadde olarak kullanılan bir mamul haline gelmeleri nedeniyle KDV Kanununun sözü edilen 17/4-g maddesinde düzenlenen istisna kapsamına girmemektedir.” şeklinde hurdanın kapsamı ile ilgili yeni belirlemeler yapılmıştır. Mükellefin bağlı olduğu vergi dairesi 31.12.2005 tarihli Genel Tebliğ ile yapılan değişikliği esas alarak mükelleften düzeltme beyannamesi ile yeni duruma göre KDV beyanlarını vermesini istemiştir. Mükellefin böyle bir beyanda bulunmaması üzerine, 2004 ve 2005 yılları için, Genel Tebliğin yayımından önceki dönemler yönelik olarak, cezasız olarak resen vergi tarhiyatı yapılmış ve ihbarname ile mükellefe gönderilmiştir.

Mükellef, tüm satışlarının aynı türden ürünlermiş gibi dikkate alındığını, yapılan işlemlerin tamamının idarece verilen görüşe dayalı yapıldığını ve KDV’nin özelliği gereği yansıtılabilir bir vergi olduğunu ve nihai tüketici üzerinde kaldığını, davalı idarenin görüşleri doğrultusunda hareket edilerek vergisiz satış yapıldığını ve bu aşamadan sonra kendilerinden bu verginin istenilmesi halinde müşteriye yansıtma imkânının bulunmadığını ileri sürerek 2004 ve 2005 yılına ilişkin resen tarh edilen vergilerin kaldırılması talebiyle vergi mahkemesi nezdinde dava açmıştır. Vergi Mahkemesi mükellefi haklı bulmuş; hem 2004, hem de 2005 yılları için mükellef lehine karar vermiştir.

Vergi mahkemesinin mükellef lehine olan kararları idarece temyiz edilmiştir. Danıştay 9. Dairesi Vergi Mahkemesinin kararlarını oyçokluğu ile bozmuştur. Kararda idarenin hatalı görüşünden dönerek işlem yapmasının her zaman mümkün olduğu belirtilmiştir.

Mükellef 2004 yılı resen tarhiyatlarına ilişkin dosya için karar düzeltme talebinde bulunmuş, Danıştay 9. Dairesi bu kez, Vergi Mahkemesinin 2004 yılına ilişkin kararını oyçokluğu ile onamıştır. Kararın gerekçesinde ilgili dönem düzenlemeleri dikkate alındığında işlemlerin istisna kapsamında olduğu görüşü belirtilmiştir. Böylece 2004 yılına ilişkin karar mükellef lehine kesinleşmiştir. Tarhiyat mahkeme kararı ile kaldırılmıştır.

2005 yılı tarhiyatlarına ilişkin ise karar düzeltmeye başvurulmamıştır. Dosya Danıştay’ın bozma kararı sonrası Vergi Mahkemesine gitmiş, Vergi Mahkemesi önceki kararında direnmek yerine Danıştay 9. Dairenin bozma kararı yönünde davranarak mükellef aleyhine karar vermiştir. Daha sonraki temyiz ve karar düzeltme sürecinden de sonuç alınamamış ve 2005 yılına ilişkin tarhiyat kesinleşmiştir.

Mükellef; tarafları, konusu ve sebebi aynı olan iki dava hakkında verilen farklı kararlar nedeniyle Mahkemeden yargılamanın yenilenmesi yoluyla önceki kararın kaldırılması yönünde yeniden yargılama talep etmiştir. Bu talep Mahkeme tarafından dava konusu vergilerin dönemleri farklı olduğu gerekçesi ile reddedilmiştir. Bunun üzerine konu Anayasa Mahkemesine intikal ettirilmiş, bireysel başvuru konusu olmuştur.

C- ANAYASA MAHKEMESİ KARARININ GEREKÇELERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Anayasa Mahkemesi, somut başvuruda başvurucunun mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmış ve başvurucunun mülkiyet haklarının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılanmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın, mülkiyet hakkı ihlalinin sonuçlarını giderecek şekilde yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili Vergi Mahkemesine gönderilmesi gerektiğini belirtilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin Kararı ayrıntılı bir şekilde incelendiğinde, konunun esasında özelge ile yanlış izahat verilmesinden ziyade, hurda alım satımlarında katma değer istisnası uygulanmasında hurdanın nasıl tanımlanacağına ilişkin Genel Tebliğ değişikliklerine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Konu bu yönü ile aşağıda özetlenmektedir.

Maliye Bakanlığı hurda alım satımlarının katma değer vergisi karşısındaki durumuna ilişkin olarak hurdadan ne anlaşılması gerektiğine yönelik olarak 05.07.2002 tarihli ve 24806 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 86 Seri No’lu KDV Genel Tebliği ile belirleme yapmıştır. Tebliğde:

“Bakanlığımızca öngörülen bu uygulamada esas alınacak hurda kavramı; her türlü maden, plastik, kağıt ve cam hurdasını, bunların hurda halindeki karışımlarını, aynen veya onarılmak suretiyle üretim amaçlarına uygun olarak kullanılamayacak haldeki metal, plastik, kağıt ve cam karakterli her türlü ham, yarı mamul ve mamul maddeyi ifade etmektedir.”  

denilmiştir. Tebliğdeki tanımlama esas alınarak mükellefe özelge verilmiş ve mükellef tarafından da özelgeye uygun davranılarak katma değer vergisiz satış yapılmıştır. Ancak Maliye Bakanlığı 31.12.2005 tarih ve 26040 sayılı (4. Mük.) Resmi Gazede’de yayımlanan 97 Seri No’lu KDV Genel Tebliğinde “…plastik hurda ve atıklarının çeşitli işlemlerden geçirilip işlenmesi sonucunda elde edilen ve genellikle plastik esaslı malzeme imalatında hammadde olarak kullanılan pet kırıkları, plastik çapak, plastik granül ve benzeri ürünler, hurda ve atık niteliğini kaybederek imalat sektöründe hammadde olarak kullanılan bir mamul haline gelmeleri nedeniyle KDV Kanununun sözü edilen 17/4-g maddesinde düzenlenen istisna kapsamına girmemektedir.” şeklinde yeni bir belirleme yapmıştır. Mükellefin bağlı olduğu vergi dairesi 31.12.2005 tarihinde Genel Tebliğ ile yapılan değişikliği esas alarak mükellef hakkında geçmişe dönük olarak 2004 ve 2005 yılları için re’sen tarhiyat yapmıştır.

Anayasa Mahkemesi yukarıda özetlenen oluşu dikkate alarak aşağıdaki gerekçelerle mükellefin mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir:

“91. Başvurucunun daha önce idarenin görüşü doğrultusunda yerine getirdiği işlemlerin sonraki dönemde yürürlüğe girmiş düzenleme hükümleri esas alınarak vergileme dönemi bittikten sonra resen vergi tarhiyatına tabi tutulması mevcut koşullar altında başvurucunun önceden öngörebileceği bir uygulama olmaktan uzaktır. Bu nedenle, başvurucudan bu ödemelerin vergiye tabi olacağını öngörmesini beklemenin mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.

  1. Açıklanan nedenlerle somut olayda 31.12.2005 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 97 seri No.lu Genel Tebliğ’e dayanılarak 2005 vergilendirme dönemi için sonraki yıllarda resen yapılan vergi tarhiyatı işlemlerinde Anayasa’nın 73. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan verginin kanuniliği ilkesi gereği kanuni düzeyde sağlanması gereken öngörülebilirliğin ve anlaşılabilirliğin sağlanmadığı, kanun hükümlerindeki belirsizliğin kanun altı idari uygulamalar ve düzenlemeler veya yargısal içtihatlarla da giderilemediği, bu durumda başvurucu tarafından 2005 yılında gerçekleştirilen işlemlerin vergilendirilmesi bakımından öngörülebilir ve anlaşılabilir kanuni dayanağın bulunmadığı anlaşıldığından, başvurucunun, Anayasa’nın 35. Maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğinin kabul edilmesi gerekir.”

Yukarıdaki gerekçeye göre;

1- İdare kanunda istisna kapsamında değerlendirilecek hurda tanımına ilişkin belirlemeleri kanun altı düzenlemelerle zamanında yapmamıştır. Bu durum kanun hükümlerinin belirliliği ve anlaşılabilirliği ilkelerine aykırıdır.

2- Sonradan Genel Tebliğ ile hurda tanımına ilişkin belirlemeler yapılarak bunun geçmişe yürütülmesi ve mükellef aleyhine geçmişe dönük tarhiyat yapılması ise öngörülebilirlik ilkesine aykırıdır.

Her iki aykırılık nedeniyle mükellef adına yapılan tarhiyat Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlali anlamına gelmektedir.

Aslında yukarıda özetlenen haliyle Anayasa Mahkemesi Kararı, idarenin genel tebliği ile görüş değiştirmesi durumunda mükellefin mağduriyetine yol açan, ancak 6009 sayılı Kanunla VUK’un 369 uncu maddesinde yapılan değişiklikle düzeltilen hukuki duruma uygun düşmektedir.

Bilindiği üzere 369 sayılı Kanunun 6009 sayılı Kanunla değişmeden önceki “Yanılma” başlığını taşıyan halinde sadece hangi hallerde ceza kesilmeyeceği belirlemesine yer verilmiş ve ceza kesilmeyecek haller ise aşağıdaki şekilde sıralanmıştı:

“1. Yetkili makamların mükellefin kendisine yazı ile yanlış izahat vermiş olmaları;

  1. Bir hükmün uygulanma tarzı hususunda yetkili makamların görüş ve kanaatini değiştirmiş veya bu hükme ait bir içtihadın değişmiş olması.”

 

Değişiklik öncesi hükme göre idare görüş değiştirdiğinde geçmişe yönelik tarhiyat söz konusu olabilmekte, ancak bu durumda ceza kesilmemekte idi. 6009 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası madde başlığı “Yanılma ve görüş değişikliği” halini alırken madde metni tamamen değişmiş, hukuk güvenliği ve mükellef hakkını önceleyen bir nitelik kazanmıştır.

Yeni düzenleme ile birlikte, konumuzla ilgili olarak, yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerle değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate ilişkin genel tebliğ veya sirkülerin yayımlandığı tarihten geçerli olacağı ve geriye dönük olarak uygulanamayacağı hükmü ihdas edilmiştir. Anayasa Mahkemesine başvuru konusu yapılan olay günümüzde gerçekleşmiş olsa, Tebliğ ile idarenin görüşünü değiştirmesi nedeniyle, yeni tebliğe dayanılarak geçmişe dönük tarhiyat yapılması VUK 369/2 maddesi hükmü uyarınca mümkün olmayacağından ihtilaf konusu da olmayacaktı.

Dolayısıyla inceleme konusu yaptığımız Anayasa Mahkemesi Kararının özelgeye göre işlem yapan mükellef için ceza kesilmemesi ve gecikme faizi hesaplanmaması yanında vergi tarhiyatı da yapılmaması şeklinde anlaşılmaması; 6009 sayılı Kanunla idarenin tebliğ veya sirkülerle görüş değiştirmesi üzerine oluşan yeni görüşe dayanarak geçmişe yönelik tarhiyat yapamayacağı düzenlemesine paralel bir karar niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir. Mükellef hakları konusunda önemli ilerlemelerin sağlandığı 6009 sayılı Kanunla söz konusu karara konu eleştirinin kanun düzeyinde giderilmiş olduğunu söylemek mümkündür.

Üyelerden Kadir Özkaya, mükellefin mülkiyet hakkının ihlal edildiği görüşüne farklı gerekçe ile katılmıştır. Özkaya’nın gerekçesi, dolaylı vergilerle yanlış izahatın ortaya çıkardığı sonuçların farklılığına ve mükellefin malvarlığında eksilmeye yol açma boyutuna dikkat çekmesi açısından dikkate değerdir.

Özkaya’nın temel gerekçesi, mükelleften talep edilen verginin niteliği ile ilgilidir. Özelge ile mükellefe sattığı bazı ürünlerin KDV’den istisna olduğu yönünde görüş verilmiş ve mükellef de KDV tahsil etmeksizin satış yapmıştır. Dolayısıyla mükellef özelgeye uygun hareket etmesi nedeniyle tahsil etmesi gereken KDV’yi hiç tahsil etmemiştir. İdarenin görüşünü değiştirmesi sonrasında geriye dönük olarak mükelleften talep ettiği KDV’nin talep tarihi itibariyle ilgililere yansıtılma imkânı bulunmaktadır.  O halde, idarenin yanlış görüşü nedeniyle hiç tahsil edilmeyen ve sonradan yansıtılma imkânı da kalmayan verginin mükelleften aranması mükellefin malvarlığında haksız yere bir azalmaya yol açacaktır. Bu ise mülkiyet hakkının ihlali yönünde karar verilmesini gerektirmektedir.

Üye Özkaya’nın mülkiyet hakkının ihlaline ilişkin yukarıdaki paragrafta özetlenen gerekçesi, özelge konusuna farklı bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Mevcut mevzuatta, idarenin özelge ile yanlış izahat vermesi durumunda ilgili mükellefe ceza kesilmemesi ve gecikme faizi hesaplanmamasına ilişkin sağlanan korumada vergi türleri açısından bir ayrıma gidilmemiştir. Ancak, bireysel başvuruya konu olayda mükellefe yanlış izahat veren özelge, yansıtılan bir dolaylı vergi olan KDV ile ilgilidir. Özelge nedeniyle KDV zaten hiç tahsil edilmemiştir. Sonradan yansıtılma imkanı da yoktur. Bu haliyle, gelir vergisine ilişkin verilmiş özelgeden farklı sonuç söz konusu olmaktadır. Örneğin, gelir vergisine ilişkin yanlış izahat verilmesi durumunda, mükelleften ilgili dönemde aranması gereken vergi, idarenin yanlış izahat verdiğinin anlaşılması sonrası tarh zamanaşımı süresi içinde istenmektedir. Yanlış izahat nedeniyle ceza kesilmemekte, gecikme faizi de aranmamaktır Mükellefe yanlış izahat verilmemiş olsaydı zaten ilgili dönemde vergi aslı ödenecek idi. Yanlış izahat nedeniyle mükellefin malvarlığında kalan vergi aslı sonradan, mükellefe herhangi bir ceza ve gecikme faizi yükü yüklenmeden talep edilmektedir. Bu haliyle, mükellefin malvarlığında haksız bir azalmadan bahsetmek mümkün olmamaktadır. Ancak, KDV’de durum farklılaşmakta, mükellef yanlış izahat nedeniyle tahsil etmediği, malvarlığına girmeyen ve malvarlığında kalmayan ve talep tarihi itibariyle de tahsil edemeyeceği vergileri ödemekle karşı karşıya kalmakta, bu ise mal varlığında haksız yere bir azalma, dolasıyla da mülkiyet hakkına haksız müdahale anlamına gelmektedir.

Mevcut düzenlemede, özelge ile yanlış izahat verilmesinin vergi türü itibariyle oluşturacağı sonuçları dikkate alan hükümlerin bulunmaması bir eksiklik olarak görülebilir. Bu haliyle, üye Özkaya’nın gerekçesi mükellef hakları açısından özelgeye ilişkin düzenlemenin vergi türleri açısından farklılaşan durumları kavrayacak şekilde yeniden ele alınması gereğine işaret etmesi yönü ile dikkate değer bir nitelik arz etmektedir.

  1. SONUÇ

Bu çalışmada, idarenin görüş değiştirerek geçmişe yönelik yaptığı tarhiyat konusundaki bireysel başvuruya ilişkin Anayasa Mahkemesi Kararı analiz edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Kararında; kanun hükümlerinin belirliliği, anlaşılabilirliği ve öngörülebilirliği ilkelerine ve “vergi mükelleflerinin hukuki güvenliği”ne vurgu yapılmıştır. İdarenin Genel Tebliğde yer verdiği bir hükmün uygulanma tarzı hususunda görüş ve kanaatini değiştirmesi üzerine, yeni görüşe dayanarak mükellef aleyhine geçmişe dönük tarhiyat yapması öngörülebilirlik ilkesine aykırı bulunmuştur. İdarenin bu yöndeki işlemi, Anayasa’nın 35 inci maddesi ile korunan mülkiyet hakkının ihlali kapsamında değerlendirmiştir.

Karar bu haliyle, idarenin yanlış özelgesine uygun işlem nedeniyle mükellefe ceza kesilmemesi ve gecikme faizi uygulanmaması yanında tarhiyat da yapılmaması gibi bir sonuca ulaşmaya imkân vermemektedir. Karar, Vergi Usul Kanununun 369 uncu maddesinde 6009 sayılı Kanunla 2010 yılında yapılan, yetkili makamların genel tebliğ veya sirkülerle değişiklik yapmak suretiyle görüş ve kanaatini değiştirmesi halinde, oluşan yeni görüş ve kanaate ilişkin genel tebliğ veya sirkülerin yayımlandığı tarihten geçerli olacağı ve geriye dönük olarak uygulanamayacağı şeklindeki düzenleme ile paralellik arz etmektedir. 2010 yılında VUK 369 uncu maddede 6009 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesinde yer alan belirlilik ve öngörülebilirlik ilkelerine aykırılık teşkil eden, daha sonra çıkarılan bir tebliğe dayanılarak geçmişe yönelik tarhiyat yapılması şeklindeki hukuk güvenliğine ve öngörülebilirliğe uygun olmayan durum düzeltilmiş bulunmaktadır.

Kararda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine katılan ancak gerekçede ayrışan üye Kadir Özkaya’nın gerekçesi ise, mükellefe yanlış izahat verilen verginin türü itibariyle konuyu farklı bir boyuta taşıması açısından önem taşımakta olup, konu III. Bölümde ayrıntılı olarak tartışılmıştır.

[1] Hüseyin Ekinci, Musa Sağlam, 66 Soruda Bireysel Başvuru, Anayasa Mahkemesi Yayınları, Ankara, 2015, s.1.

[2] Özelge konusunda çok daha ayrıntılı bilgiye, Hasan Aykın, “Mükellefin Özelge Yoluyla İzahat Talep Hakkı, Hukuki Sonuçları ve Tartışalı Alanlar”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Temmuz-Ağustos 2016, Sayı 125, ss. 147-186. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2016-125-1587 adlı çalışmadan ulaşılabilir.

[3] 07.06.1949 tarih 5432 sayılı Vergi Usul Kanunu, 15.06.1949 tarih ve 7233 saylı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

[4] 01.08.2010 tarih ve 27659 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmıştır.

 

NOT: Bu yazı, Yaklaşım Dergisinin Haziran 2015 sayısında yayımlanmıştır.

Yazımıza ilişkin görüş, eleştiri ve katkılarınızı lütfen bize bildiriniz.