EKONOMİK GÜVENLİK

Kitap Özeti: ON SECURITY (GÜVENLİK ÜZERİNE)

Kitabın Adı                : On Security

Editör                        : Ronnie D. Lipschutz

Yayım Tarihi            : 1995

Yayım Yeri                : New York

Yayınevi                     : Colombia University Press

Özeti Yapan             : Hasan AYKIN

PDF Formatı

 

ÖZET

“Güvenlik Üzerine” isimli kitap,  editör Lipschutz’un konuya genel bir giriş yaptığı ilk ve genel olarak farklı yaklaşımları uzlaştırma yönündeki son makalesi dahil toplam 8 makaleden oluşmaktadır. Kitaba editör dışında 6 yazar daha katkı vermiştir.

Kitapla aynı ismi taşıyan birinci makalede, kitabın genel çerçevesi ve konusu ortaya konulmaktadır. Kitap güvenlikle ilgilidir. Ancak bu güvenlik aktörlerinin ilişkilerini konu alan bir kitap değildir. Daha çok güvenlik kavramının değişik sorular sorularak ne olduğu ile ilgilidir. Bu kapsamda sorulan temel sorular neyin güvenliği?, hangi durum güvenliği ifade eder? Güvenlikle ilgili düşünceler nasıl gelişmiştir? Türü sorulardır. Yazar kitapta güvenlikle ilgili olarak soğuk savaş sonrası ortaya çıkan ontolojik ve diğer ikilemler konusunun da kavranma çabası içinde bulunulduğu belirtilmektedir.

Kitap edit bir şekilde hazırlanırken, yazarlar sürekli görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Makaleler bu sürekli tartışmaların, eleştirilerin sonunda ortaya çıkmıştır. Lipschutz, bu kitabın 7 yazarın bir konuyu araştırma etrafında toplanması ile ortaya çıkmadığını, kitabın aynı zamanda politik realite ve uluslararası ilişkilerin ortaya konuş şeklinin doğası ile ilgili olarak yeni realistler, yeni liberaller, yeni kurumsalcılar ve postmodernistlerle yapılan sürekli tartışmaları da içerdiği belirtilmektedir.

Yazar makalede, aynı zamanda değişen uluslararası sistemde güvenliğin yeniden tanımlandığı veya yapılandırıldığı üzerinde de durmaktadır. Küresel gelişmeler sonucunda ulusal güvenlik artık aynı zamanda kaynaklara sürekli erişimi, çevreyi, demografik faktörleri de içermektedir. Günümüz dünyasında tehditlere bakıldığında, güvenliğin yeniden tanımlanmasında insan sağlığı ve refahı, sosyal problemler, istikrarsızlık oluşturan iç etkenler artık güvenliği etkileyen unsurlardır. Soğuk savaş döneminde ise güvenlik refah ve politik istikrardan öte askeri tehdit kapsamında tanımlanmakta idi.

Güvenlik ancak öteki ile birlikte tanımlanan bir kavramdır. Ötekinin bulunmadığı bir ortamda güvenlik veya güvensizlik anlamsız kavramlardır. Bu nedenle ortadan kalkan bir tehdit sonrası yeni bir tehdidin adeta yaratıldığından bahsedilmektedir. Politikacılar güvenliği tanımlarken varsayılan hayati çıkarların tehlikede olduğundan bahsetmekte, düşmanların varlığına ikna etmekte ve muhtemel senaryolar ortaya koymaktadırlar. Yazar daha sonra güvenlik ikilemi ve devlet ve sistemlerin dönüşümü konusu üzerinde kısaca durmaktadır.

Kitabın ikinci makalesi James Der Derian tarafından yazılmıştır. Makale, “Güvenliğin Değeri. Hobbes, Marx, Nietzche ve Baudrillard” ismini taşımaktadır. Yazar bu makale ile konuya deneme ve başlangıç niteliğinde bir adım attığından bahsetmektedir. Bu kapsamda yazar makalenin ilk bölümünde güvenlik kavramının kısa bir tarihçesi vermektedir. Dünya politikasının geleneksel realist temsilcilerine göre güvenlik, devletlerarasındaki güç mücadelesi ile ilgilidir.

Yazar ikinci olarak güvenliğin “orijinal formu” olarak isimlendirdiği ve uluslararası ilişkilerde ağırlıklı yeri olan Hobbes’çu realist güvenlik anlayışı üzerinde durmaktadır. Bu kapsamda Hobbes’un temel eseri olan “Leviethan”a atıflarda bulunmaktadır.

Makalenin üçüncü bölümünde Hobbes’çu realist güvenlik kavramına getirilen temel argümanlar üzerinde durmaktadır. Bu kapsamda üzerinde durulan düşünürler Marks ve Nietzsche’dir. Yazar bu bölüme Karl Marks’ın James Mill’in Politik Ekonominin Unsurları ile ilgili eseri için yazdığı notlardan alıntı yaparak başlamaktadır. Marks’a göre güvenlik sivil toplumda egoizm ile ilgili bir konu değildir. Kendi çıkarını düşünen kişiler veya Hobbes’çu korkular güvenlik sorununu ortaya çıkarmamıştır. İnsanın kendi emek gücü ve yaşamı ile yabancılaşması güvensizliğin ana unsurudur.

Nietzsche ise Hobbes ve Marks’ın her ikisinin yorumlarını var oluşun genetik modları ile birlikte ele alarak değerlendirmektedir. Ancak yazara göre, Baudrillard, geç modernitenin en iyi güvenlik analizini ortaya koymaktadır. Baudrillard, tanrı öldü diyen ve rasyonel insanın yetersizlikleri ile ilgili görüşleri dile getiren Nietzsche’den daha ileri gitmektedir.

Yazar, realizmin hikayesini korku ve tehlikeyi güç ve düzen bağlamında dört farklı realist güvenlik formu ile birlikte tekrarlamaktadır. Bu kapsamdaki dört farklı realist formu şu şekilde sıralamaktadır: epistemik, sosyal, yorumcu ve hiperreal. Yazar bu kapsamda kendisinin yeni bir güvenlik tanımı arayışında olmadığını, güvenlik tanımını sorgulamayı amaçladığını belirtmektedir. Heidegger’e atıfta bulunarak, düşüncenin sorgulama ile ortaya çıktığı belirtilmektedir.

Yazar makalesinin sonunda, sonuç değil ancak provoke etmeyi amaçladığını belirterek, Berlin duvarının yıkılmasından sonra artık güvenliğin Hobbes’çu anlamı ile tek yönlü olarak tanımlanamayacağından bahsetmektedir.

Kitapta yer alan üçüncü makele Ole Waver tarafından kaleme alınmıştır. Makalede yazar, güvenlikle ilgili muhtemel perspektifleri sunmayı hedeflemektedir. Güvenlik kavramının etkilerini dört farklı güvenlik ajandası ile değerlendirmeye çalışmaktadır. Yazar, bu çalışma ile amacının başka çalışmalarda rahatlıkla bulunabilecek olan yeni güvenlik yaklaşımı ile ilgili detaylı tartışmalar yapmak olmadığını belirtiyor. Yeni perspektifle geleneksel yaklaşım arasındaki çelişkiler üzerinde durmanın temel amaç olduğu belirtilmektedir.

Yazar ilk önce, güvenlik kavramı ve kelimesi üzerinde durmaktadır.1980’lerde güvenlik kavramı daha geniş bir güvenlik ajandasına doğru kaymıştır. Ulusal güvenlik kapsamında devletlerin güvenliğinden, bireysel veya küresel anlamda kişilerin güvenliği söz konusu olmaya başlamıştır. Kişilerin güvenliğinde ise pek çok faktör etkide bulunmaktadır. Ekonomik refah, çevre sorunları, kültürel kimlikler, politik ve sivil özgürlükler bunlar arasındadır. Alternatif güvenlik kavramı insan ihtiyaçlarına ilişkin olarak dört pozitif amaç etrafından şekillenmiştir: hayatta kalma, gelişme, özgürlük ve kimlik.

Güvenlik kavramının bu denli genişletilmesi, güvenliğin sadece askeri güvenlikle ilgili olmadığının söylenmesi, güvenliği bir x veya z yapmaktadır. Bu ise güvenlik kavramının talihsiz bir şekilde, çok genişletilmesi anlamına gelmektedir. Bu nedenle alternatif güvenlik kavramları veya güvenliğin yeniden tanımlanması kapsamında yapılanlar konuya doğru bir yaklaşımı ortaya koymamaktadır. Güvenlik kavramını yeni alanlara uygulayanlar aslında yeni bir jenerik güvenlik kavramı üretmemekte, onu geleneksel formunda herhangi bir kritiğe tabi tutmadan almakta ve yeni alanlara yaymakta, çoğaltmaktadırlar. Bu kapsamda Barry Buzan’ın İnsanlar, Devletler ve Korku isimli kitabında konunun doğru bir şekilde ele alınamadığı bu nedenle de başarılı olunamadığı belirtilmektedir. Yazara göre güvenlik kavramı yeniden düşünülecekse, bunun klasik yöntemlerle yapılması doğru bir yaklaşım olacaktır. Bunun için, ulusal güvenlik için tehditleri ele almalı ve bunun ne şekilde yeni form ve durumlarda ne tür etkiler doğurduğu üzerinde çalışmalıyız.

Yazar güvenlik ve alternatif güvenlik kavramları ile ilgili görüşlerinden sonra güvenlikleştirme (securitization) ve güvenliksizleştirme (desecuritization) ile ilgili dört konu üzerinde durmaktadır. Bu kapsamdaki dört güvenlik konusundan birincisi, 1960 ila 1990 arasındaki Avrupa güvenliğidir. 1989 tarihinde güvenlik ani bir şekilde farklı bir karaktere dönüşmüştür.

İkincisi, çevresel güvenliktir. Çevresel güvenlik alanı güvenlik açısından yeni fırsat ve tehditleri bünyesinde barındırmaktadır.

Üçüncüsü, sosyal güvenlik konusudur. Sosyal güvenlikle ilgili alanlar Avrupa’da önemli birer güvenlik sorunudur. Bu kapsamdaki sorunlar arasında göçmenler, Avrupa’nın entegrasyon süreci önde gelenleridir.

Dördüncü konu ise, değişen şartlarda Avrupa’da güvenlik kavramıdır. Bu konu Avrupa güvenli nosyonu çerçevesinde işlenmektedir.

Kitapta yer alan dördüncü makale, “Politik Bölünme: Devlet Yapısı, Sivil Toplum ve Birleşik Devletlerde Nükleer Güvenlik” başlığını taşımaktadır. Makale Daniel Deudney tarafından kaleme alınmıştır. Nükleer kapasitenin sınırsız yıkıcılık gücü dünyanın kaderini politik gündeme taşımıştır.

Güç ve güvenlik ile politik düzen konularında teori setleri sunan realizmin değişik varyasyonları nükleer güç konusunda temel farklılıklara sahiptirler. Nükleer güvenlik konusunda realist görüşler üç temel gruba ayrılmaktadırlar. Bunlar, savaş stratejizmi, caydırcı devletçilik ve nükleer tek dünya olarak isimlendirilmektedir.

Nükleer realizmin birinci grubu olan savaş stratejizmcilerine göre, nükleer silahların ortaya çıkması, dünya politikasında önemli bir kırılmaya yol açmamıştır. Devletlerarasındaki ilişkiler nükleer silahların icadından önceki ile aynıdır.

İkinci realist görüş olan caydırıcı devletçiliğe göre, nükleer silahlar devletlerin savaşmalarını çok daha maliyetli hale getirdiği için, savaşlar üzerinde caydırıcı etki yapmıştır. Bu görüşe göre, nükleer güvenlik kaygıları daha istikrarlı bir ortam yaratmıştır. Nükleer düzen, geniş bir nükleer güç sahibi olunmak suretiyle nükleer gücün kullanılmasını engellemektedir.

Üçüncü realist görüş ise nükleer tek dünyadır. Nükleer güvenlik sorunu, devlet odaklı güvenlik anlayışı ile çözülemez. Bu nedenle dünya düzeninin kurumsal yapısında temel değişimlere ihtiyaç vardır. Devletler üstü olarak nükleer silahların kontrolünün sağlanması gerekmektedir. Bu ise devletlere arası ilişkileri önemli ölçüde değiştirecek bir yaklaşımdır. Hobbes’çu realist akımda, devletler birbirlerinin kurdudur. Kendi çıkarları için sürekli savaşırlar. Bu kapsamda nükleer güvenlik amacıyla bir üst otoritenin nükleer silahların kontrolünü sağlayacağı bir dünya düzeni klasik anlamda realist güvenlik yaklaşımı ile uyumlu değildir. Bu yüzden yazar nükleer tek dünya yaklaşımının gerçekten realist olup olmadığını da sorgulamaktadır.

Soğuk savaş sonrasında nükleer tek dünyanın modifiye edilmiş bir şeklinin uygulamada olduğuna vurgu yapılmaktadır. Bu kapsamda soğuk savaş sonrası nükleer silahsızlanma ve gelişmekte olan ülkelerin nükleer kapasiteleri üzerine konulan sınırlar tartışılmaktadır.

Yazar sonuç bölümünde, nükleer silahların icadının devletler aygıtı ile sivil toplum arasındaki ilişkileri kökten değiştirdiğini, devletin güvenlik ihtiyacı ile sivil toplumun güvenlik algılayışında devrimsel bir dönüşüm olduğunu belirtmektedir. Nükleer silah kullanımı konusunda bir meşruluk boşluğu söz konusudur. Nükleer güce sahip olmanın iç politik sonuçları nükleer tek dünya modeli bilmecesinin çözümünde önemli bir faktör olmuştur.

Pearl-Alice Marsh tarafından kaleme alınan beşinci makalede soğuk savaş döneminde var olan iki kutuplu bir dünyada Birleşik Devletlerin güvenliği açısından başka halkların Sovyetler Birliği ile birlikte olmamasının ne denli önem kazandığı konusu iki örnekle işlenmektedir. Bu kapsamda üzerinde odaklanılan iki konudan birincisi Amerika Birleşik Devletlerinin Güney Afrika politikası ile ilgilidir. ABD’nin ulusal güvenliği 1940’lı yılların sonunda Güney Afrika ile ilişkili hale gelmiştir. Ancak konunun önemli boyuta ulaşması Reagan yönetimi döneminde söz konusu olmuştur. Nedeni ise Sovyetlerin Güney Afrika’daki faaliyetlerinin ABD ile Rusya arasında “kaynak savaşları”nı başlatmasıdır.

İkinci örnek Orta Amerika ile ilgilidir. Orta Amerika ülkelerinde komünistlerin başarılı olması, solcu hükümetlerin iş başına gelmesi, komünist isyanların artması ABD için önemli bir güvenlik sorunu olarak görülmüştür.

Yazar bu iki örnek kapsamında, halkların nasıl uluslararası güvenliğin bir unsuru haline geldiğini ortaya koymaya çalışmaktadır. Düşman bir ülke ile yakınlık hisseden ülke halkları, ABD için bir güvenlik sorunu haline gelmiştir.

Kitabın altıncı makalesi ilginç bir başlığa sahiptir: “Şahinler, Güvercinler ama Baykuşlar Değil: Uluslararası Ekonomik Bağımlılık ve Yeni Güvenlik İkileminin İnşası”. Makalenin yazarı Beverly Crawford’tur.

Soğuk Savaş döneminde güvenlik temelde devlete, topluma ve sanayiye karşı askeri tehditler olarak tanımlanmıştır. Sanayi olarak isimlendirilen son alan esas itibariyle petrol ve ham maddeler ile ilgili olup bunlara sürekli ulaşabilirlik anlamındadır. Ancak günümüzde bu durum değişmiştir. Soğuk Savaş döneminin güvenlik tanımlaması ve kaygıları değişime uğramıştır. Artık ekonomik rekabetçilik ulus devletler için önemli tehdit alanlarından biri haline gelmiştir.

Ancak ekonomik güvenlik, çeşitli ikilemleri de beraberinde getirmektedir. Amerika Birleşik Devletlerinin ekonomik rekabetçiliğinde azalma olursa bu ulusal refahı azaltacaktır. Bu ise Amerikanın büyük savaşları yapabilme kabiliyetini etkileyecektir.

Yazar makalede esas olarak uluslararası ekonomik bağımlılığın yeniden inşa edilen ulusal güvenliği nasıl etkilediğini incelemektedir. Bu kapsamda ekonomik olarak ülkelerin birbirlerine bağımlı olmasının askeri tehditleri azaltıcı etkilerde bulunduğu üzerinde durulmaktadır. Ancak, ekonomik olarak ülkelerin birbirlerine bu denli bağımlı olması aynı zamanda önemli askeri güvenlik zaaflarını da beraberinde getirmektedir. Bu kapsamda kısaca şu denilebilir: ülkeler arasındaki ekonomik bağımlılık askeri alandaki yarışın önemi azalttığı için tehditleri azaltıcı bir etki yapar. Ancak aynı zamanda, ekonomik olarak bağımlılık zafiyetleri artırır, devleti zayıflatır. Çünkü özellikle ileri teknoloji askeri malzeme için uluslararası marketlere bağımlısınızdır. Bu bağımlılıktan kurtulmak amacıyla, tüm bu ürünlerin aynı ülkede üretilmesi ise ekonomik etkinsizliğe yol açarak ülkenin ekonomik gelişmesini engelleyecektir. Bu durum “ekonomik güvenlik ikilemi” olarak isimlendirilmektedir.

Bazı ülkeler ülkelerarası ekonomik bağımlılığın ortaya çıkardığı zaafları ve tehditleri en aza indirmek amacıyla, piyasayı kontrol stratejileri üzerinde çalışmaktadırlar. Böylece, uluslararası güvenlik, askeri güvenlikten farklı alanlara kaymaktadır. Ancak, güvenliğin farklı alanlara da kayması, ekonomik güvenlik alanında ikilimler bulunması, ulusal güvenlikle ilgili temel varsayımların tamamen değişmiş olması anlamına gelmemektedir. Aslında ekonomik güvenlik alanındaki gelişmeler, güvenlik kaygılarının farklı alanlara yayılmasından başka bir şey değildir.

Barry Buzan tarafından kaleme alınan yedinci makale “Güvenlik, Devlet, “Yeni Dünya Düzeni” ve Ötesi” başlığını taşımaktadır. Yazar öncelikle devlet kavramı ile konuya başlamaktadır. Devlet kavramı, sabit karakterli bir kavram değildir. Ancak, devlet kavramı esas olarak, bağımsız, belli bir toprak parçası üzerinde örgütlenmiş, toplumdan farklı bir aygıt olarak görülmektedir. Yazar tüm makalede, devletlerin iç yapısındaki, toplumlarındaki farklılıkların devletlerin tehdit tanımları ve zaafları ile buna karşılık oluşan güvenlik problemlerini doğrudan etkilediği varsayımını korumaktadır.

Güvenlik problemi, öncelikle devletin tarih sosyolojisi  kapsamında incelemektedir. Bu kapsamda sistem ve güvenlik konularına da değinilmektedir. Daha sonra, gerçek ve spekülatif durum için konu incelenmektedir. Gerçek durum kapsamında Soğuk Savaş sonrası oluşan Yeni Dünya Düzeni ele alınmaktadır.  Spekülatif durum ise, Soğuk Savaş sonrasında yaşanan “olgun bir anarşi” dönemini ifade etmektedir. Uluslararası alanda devlet ve güvenlik ilişkisi spekülatif bir şekilde işlenmektedir.

Yazar bu iki durumu incelediği bölümlerde de aynı soruyu sormaktadır: Şayet uluslararası toplum çok güçlü hale gelir ve uluslararası ilişkiler ortak kurallar çerçevesinde yürütülürse güvenlik problemi, hatta devlet yok olur mu? Yazar bu soruyu sormasına rağmen, sorunun cevabını vermemektedir. Kendi ifadesi ile, amacının bu soruya cevap vermek olmadığı, kişileri düşündürmek için bu alanda bir gedik açmak istediği şeklindedir.

Kitabın sekizinci ve son makalesi editör Lipschutz tarafından kaleme alınmıştır. Makale, “Farklılık Sınırlarını Uzlaştırmak ve Binyılın Sonunda Güvenlik” başlığını taşımaktadır. Başlığından da anlaşılacağı üzere yazar, kitapta farklı yazarlar tarafından farklı şekillerde tanımlanan ve farklı sınırlar çizilen güvenlikle yaklaşımları uzlaştırma çabası içindedir. Bir yazar, okuyucu ve editör olarak Lipschutz kendisini daha ortada görmektedir.

Yazar bu bölümde kendine bir görev yüklemektedir. Bu da güvenlik kavramı ile ilgili yapılan tanımlama ve açıklamalara daha yakından bakmaktır. Yakından bakılan hususlardan birincisi güvenlik kavramıdır. Güvenliğin birinci tanımı, güvenliğin var olan, fiili bir durum olduğudur. Güvenlik var olan devletler sistemi içinde oluşan fiili bir durumdur. Devletler sisteminde devlet ile onun düşmanı olan devletler vardır.

Ancak Soğuk Savaşla birlikte eski düşman kaybolmuştur. Yeni bir dünya düzeni kurulmuştur. Yazar bu yeni düzeni aynı zamanda düzensiz olarak da isimlendirmektedir. Bu düzende ikna edici bir düşman bulunmakta zorlanılmaktadır.

Yazar son olarak güvenliğin yeniden tanımlanması konusu üzerinde durmaktadır. Ancak yaptığı analizler sonucunda güvenliği yeniden tanımlamaya ilişkin çabaları ikna edici bulmamaktadır.